BEN DE ORADAYDIM

 BEN DE ORADAYDIM

Bu başlığı kullanmamaya çok ama çok özen gösteririm. “Ben de oradaydım “diye bilmek için çok büyük tarihi bir olaya tanıklık etmek gerekir. Büyük Atatürk Koşusu’nun tamamı benim için,”Ben de oradaydım.” diyeceğim kadar kıymetli değerlidir. Ama bu kez , mutluluğu, heyecanı değil, daha çok hüznü ve de hayal kırıklığını   paylaştım.Hem de çok acı bir şekilde. Nasıl mı ? Anlatayım…
Her 27 Aralık’ta olduğu gibi, sabahı zor etmiştim. Bu kez durum çok farklıydı. Corona, tüm dünyada hayatını altüst etmişti. 85.Büyük Atatürk Koşusu’nun yapılıp , yapılmayacağını yarışa 3 gün kala öğrenebilmiştim. Atletizm Federasyonu’nun sitesinden okuduğum habere göre, Türk spor tarihinin en köklü spor organizasyonu, “10 erkek , 10 kadın” atletin katılımı ile yapılacağını duyduğumda… Boğazım düğümlense de, ağzımdan çıkın ilk sözcük, “Buna da şükür” oldu. Çünkü bu yarış hiç ama hiç sekteye uğramamıştı.Haberi alır, almaz gün saymaya başladım. Malum, sebepten dolayı, ne saatler, ne de günler geçmek bilmiyordu.Gerçekten o gece sabahı zor etmiştim.Pazar günü gelip çatmıştı. Nerede ise hayat durmuştu. Sokağa çıkma yasağı vardı. İstanbul Yolu’nda polislerin sıkı denetimi vardı. Eryaman’dan Dikmen Keklik Pınarı’na varıncaya kadar en az 10 kez polis tarafından durdurulup, kimlik kontrolünden geçip, varmak istediğimiz menzile ulaşmıştık. Derin bir nefes aldık. Startın verilmesine 1 saate yakın bir zaman vardı. Korkunç bir sessizlik hakimdi.Bir anda gözümde mazi canlandı. Gözlerim, her yarışta olduğu gibi Erdoğan Dulda’yı, Altan Türkeri’yi aradı. Tabi ki ikisi de yoktu. Erdoğan Dulda 83.Büyük Atatürk Koşusu’nu tamamlayamadan tam 2 yıl önce Anıtkabir’in karşısında son nefesini vermişti.Tabi yarışı 8’er kez kazanan Mehmet Yurdadön’ü, Eskişehir’den kalkıp gelen Şükrü Saban’ı da aradı.Tabi ki onlar da yoklardı. Kimleri aramadı ki gözlerim…Ankaralı hakem ve gözlemcilerden TRT’nin deneyimli spikeri Kerem Öncel’e…Ankara Ünivrsitesi’nden Gazi Üniversitesi’nin öğrenci ve öğretim görevlilerine…Bu yarışı 4 kez kazanan Lale Öztürk’den Serap Aktaş’a…Gazilerimizden ülkemizin dört bir tarafından gelen sivil toplum kuruluşu temsilcilerine…Kimi aradım ise hiç biri yoktu. Her yarış öncesi ve sonrası sohbet ettiğim Aldüllkadir Türk’de yoktu… Ajans ve televizyonlar muhabir, kameraman ve foto muhabiri göndermişlerdi…Neden ise ben kendimi çok yalnız istemiştim. İlk koşunun  birincisi Galip Darılmaz’ın oğlu hakem Armağan Darılmaz ağbi de yoktu.Gerçekten , anlatılmaz, yaşanır cinsinden büyük bir yalnızlık içindeydim. Yarışı takip eden meslektaşlarıma haksızlık yapmak istemem ama , hiç biri  benim kadar çok Keklik Pınarı’nda olmamışlardır. Zaten yaşları da buna müsait değildi.Saatler 14:15 gösteriyordu. Ankara Vali Yardımcısı Dr.Ayhan Özkan, Ankara Gençlik ve Spor İl Müdürü Mustafa Çelik ve Atletizm Federasyonu Başkanı Fatih Çintimar ile kısa bir merhabalaşma…Start vakti gelmişti. Akın Özcan, 40 yıldır yarışlarda ateşlediği tabancasını bu kez de Ankara Vali Yardımcısı Dr.Ayhan Özkan’a vermişti…Özkan’ın tetiğe basması ile yarış başlamıştı. Ben de startın ardından ters istikametten Dikmen Caddesi’nden arabama binip Konya Yolu’na çıktım. Atletleri finişte karşılamak için acele ediyorum. Hay Allah…Yine polisler  tarafından çevrilmeler…Meramımı anlatmalar…Kimlik kontrolleri…Allah’dan yetişiyorum. 19 Mayıs Spor Kompleksi’ne arabamı çekiyorum. Orası da ayrı bir mevzu…Stat yıkılmış, sanki yas tutmuş aplıyor. Koştur , koştur Ankara Garı’na doğru varıyorum. Kim, ” birinci gelecek” diye merak ediyorum.Her yarışta olduğu gibi…Yarış başlayalı 30 dakikayı geçmişti. Gelen giden yoktu.Geçen yıl 29 dakika 4 saniye ile EGOSpor’dan Getaye Gelaw finişteydi. Kadınlarda ise 34.dakika 17 saniyelik derecesi ile Semra Karaaslan , Ankara Garı’na ulaşmıştı. Nerede ise 40 dakika olmuş ne erkeklerde, ne kadınlarda hiç bir atlet görülmüyordu. İnşallah bu yarışı , “bir kadın atlet , erkeklerin önünde bitirir” diye hayal bile kurmaya başladım.Hatta yanımdaki arkadaşlarla bile dileğimi paylaştım.İsmini sormadığım, “Ağbi bu yarış sembolik bir yarış. Birlikte gelecek..” demez mi… Beynimden vurulmuşa döndüm. “Hayır olmaz “diye hayıflanırken, kadın erkek 20 atlet Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin karşısından dönüp hep birlikte ellerinde Türk bayrakları ile finişe doğru geliyorlardı. Yarış bitmişti. Madalyalar , çiçekler takdim edildi. Fotoğraflar çekildi. Bir sonra koşuda buluşmak üzere vedalaşıldı. Ben inanılmaz bir hayal kırıklığı yaşıyordum. Şimdi soruyorum, Büyük Atatürk Koşusu böyle mi olmalıydı ? Yazık…Hem de çok yazık. Bir gün tarih bu koşuyu yazacak…Şimdiden yazılmaya başlandı bile…

Bu Yazı İçin Ne Düşünüyorsun?

Yorum Yap